
Efsanenin Ayrıntıları
Rivayete göre Haliç’in dibi Bizans zamanından kalma altınlarla doluymuş. Bu altınlar İstanbul’un fethi sırasında altınların Osmanlılar tarafından ele geçirilmesini istemeyen Bizanslılar tarafından Haliç’in dibine yollanmış.
Bu söylentinin bir başka versiyonuna göre, altın taşıyan birkaç Osmanlı kalyonu Haliç’te batmış ve bütün altınlar Haliç’in dibine gömülmüş.
Efsanenin tarihsel kısmının haricinde bir de modern kısmı var. Yine rivayete göre Bedrettin Dalan’ın belediye başkanı olduğu dönemde Japonlar Haliç’i 6 ay gibi bir kısa sürede temizlemeyi teklif etmişler. Bu temizliğin karşılığında sadece çıkardıkları balçığı almak istemişler. Dalan da tabi Japonların bu sözde oyununu hemen fark etmiş ve Japonların sınırdışı edilmelerini sağlamış.
Efsane daha çok ülkemizin “kaynakları” (!) konusunda devletin vurdumduymazlığından dem vurulurken veya sömürgeci devletlerin uyanıklığı, bizim yöneticilerimizin tembelliği gibi konularda ahkam kesilirken kullanılıyor. Mit, “başka ülkelerin gelişmişliği, bizim gerikalmışlığımız” gibi basmakalıp söylemleri temellendirmek için de geyik sohbetlerinde sıkça kullanılıyor.
Çamurun Tarihi
Oysa efsanenin gerçeklikle uzaktan yakından alakası yok. Her şeyden önce Haliç’te kirlilik yaratan çamurun sebebi büyük ölçüde 1954 yılından itibaren bölgedeki sanayileşmeye dayandığını söyleyebiliriz. Bu alan 1954 yılında sanayi bölgesi ilan ediliyor ve hızla kirlenmeye başlıyor. Kısacası Haliç’in artık alışageldiğimiz kirliliği büyük ölçüde sanayileşme ve çarpık kentleşmeyle ilişkili. Dolayısıyla 1453’te veya daha sonraki dönemlerde meydana gelmiş bir çamura gömülme olayının uzunca bir süre kayıt altına alınmamış olması imkan dahilinde gözükmüyor, çünkü 20. yüzyılın ortasına kadar Haliç’in sularının 80’li yıllardaki kadar kirli ve bulanık olmadığını biliyoruz. Haliç’in pis kokulu suyu ve çamuru daha çok 20. yüzyıla ait bir olgu. Bu gerçeğe dair İSKİ’den bir pasaj aktarabiliriz:
1954 senesinde sanayi bölgesi ilan edilen Haliç hızla kirlenmeye başladı. Çevrede kurulan bir çok sanayi kuruluşunun atıkları Haliç'i kirletmekteydi. Bu nedenle bir zamanların kültür vadisi olan ve içinde bir çok medeniyetin tarihini barındıran Haliç, kısa bir zaman öncesine kadar su derinliği yer yer yarım metrenin altına kadar düşmüş, sandalların bile yol alamadığı bir bataklık haline gelmişti.
Yüksek Teknolojili, Gizemli Japonların Çamur Avı
Japonların efsanede bahsi geçen türde bir teklifte bulundukları iddiası ne herhangi bir kayıtta, ne de Bedrettin Dalan’ın herhangi bir açıklamasında yer alıyor. Bedrettin Dalan; Haliç’ten çıkan atıkların kendi iddiasına göre zaten kirli bir deniz olan Karadeniz’e, kendisinden sonra İstanbul belediye başkanı olan Nurettin Sözen’in iddiasına göre de Marmara’ya atıldığı bir proje başlatıyor. Bu projede yer alan herhangi bir Japon firması bulunmuyor. Japonlar Bedrettin Dalan’ın belediye başkanlığından çok sonra Marmararay ve Haliç Köprüsü yenileme çalışmalarına talip oluyorlar. Kısacası Bedrettin Dalan’a Japon firmasının yaptığı teklife dair herhangi bir kanıt bulunmuyor. Ayrıca bahsi geçen son projelerde de Japonların Haliç’e dair herhangi bir çalışması bulunmuyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde Haliç’in dibindeki çamurun temizlenmesi için Haliç Islah Projesi başlatılıyor. Bu proje kapsamında 28.11.1996 tarihli ihale kararı alınıyor ve iş 15,000,000.-USD+300,000,000,000.-TL bedelle yabancı ortaklı bir konsorsiyuma ihale ediliyor. İşi alan konsorsiyumun Türk ayağını Gülermak A.Ş. isimli ağır sanayi ve inşaat şirketi üstleniyor. Gülermak A.Ş. Haliç’te yaptığı çamur temizleme işini aşağıdaki linkten bulabileceğiniz tamamlanan projeler sayfasında gösteriyor:
http://www.gulermak.com.tr/tr/index.php?p=tamamlanan
Gülermak A.Ş.’nin yabancı ortağı ise o zamanki kayıtlarda Southern Noryland Dredging adıyla anılan ama şimdi Ellicot Dredges olarak bilinen ve Panama Kanalı’nın kazılışı için de faaliyet göstermiş köklü bir Amerikan şirketi. Bu şirketin işle ilgili referansını görmek için aşağıdaki bağlantıyı tıklayabilirsiniz:
http://www.dredge.com/country/turkey.htm
Kısacası işin içinde Japonlar yok. Ortada daha çamur konusu yokken belediye başkanına teklifle gelen yüksek teknolojiye sahip, gizemli Japonların böyle bir ihaleyi kaçırmış olmaları imkan dahilinde gözükmüyor. Ayrıca Büyükşehir Belediyesi kirliliğin boyutunu anlamak amacıyla üç üniversiteden yirmi üç öğretim üyesiyle çalışıyor ve Haliç’in 19 noktasında sondaj çalışması yapıyor. Kısacası böyle bir çalışma yürüttükten sonra altınlara rastlanmamış olması gerçekçi değil. Bu noktada projenin pek çok kuruluşla birlikte yürütülmesi de herhangi bir bulgunun üstünün örtülmesini zorlaştırıyor.
Çamurların Akibeti
Çıkan çamurların Amerikalılar tarafından iç edildiğini düşünenler olabilir, fakat gerçekte görünen o ki çalışmayı yürütenler bırakın çamuru yanlarında götürmeyi, nereye koyacaklarını dahi bilemiyorlar. Daha önce Bedrettin Dalan ve Nurettin Sözen arasında polemiğe neden olan atıklar, Karadeniz’e veya Marmara’ya değil de Alibeyköy’deki bir taş ocağına koyuluyor. Bu süreci o dönem Yıldız Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mustafa Öztürk şu şekilde özetliyor:
"En büyük problem ise çıkarılacak çamurun nereye basılacağı idi. Çeşitli görüşler atıldı ortaya. Kimi firma Marmara Denizi'ne atılmasını önerdi, kimisi Karadeniz'e basılsın dedi, kimisi ise taş ocaklarına götürülmesinin iyi olacağını söyledi. Günlerce çamuru boşaltabileceğimiz bir yer aradık. Marmara ya da Karadeniz'e akıtamazdık. Haliç'i temizlerken başka bir bölgeyi kirletmek olurdu bu. Karadeniz Bölgesi'ndeki taş ocakları mantıklı geliyordu ancak çok uzaktı. Sonunda 1 milyon metreküp çamurun boşaltılacağı bir arazi bulundu. Hem de İstanbul'da. Ve Haliç'e sadece 3.5 kilometre uzaklıkta... Alibeyköy yolu üzerinde bir taş ocağı. Taranan çamur borularla bu taş ocağına akıtılacak, burada teknik yöntemlerle süzülen su Haliç'e yeniden verilecekti... Alibeyköy'deki taş ocağına bugün Türkiye'nin en büyük çamur barajı yapıldı. Taş ocağının bulunduğu yer, taban sızması olmaması için altyapı geçirimsiz hale getirildi, gerekli bacalar kuruldu."
Kısacası çamurda hala altın bulunduğunu düşünenler varsa, bir an önce kazmayı küreği sırtlayıp Alibeyköy yollarına düşmelerini tavsiye ediyoruz.
Septikler İçin Biraz Akademizm
Eğer çabuk ikna olmayan, kılı kırk yaran tiplerdenseniz ve vaktiniz de bizim kadar bolsa Haliç’ten çıkarılan çamurla ilgili yapılmış tezlere göz atabilirsiniz. Haliç çamuruyla ilgili tezlerin varlığı bile sürecin altınları bulup da kaçıracak gizlilikte organize edilmediğinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. Kendinizi kazıyı yapanlar yerine bir koyun… Eğer altın bulmuş olsaydınız o bölgeden çıkan çamurla ilgili bunaltıcı araştırmalar yaptırır mıydınız?
Zehra Semra Aydın’ın The Characteristics and reuse of golden horn surface sediment (Haliç çamurunun karakteristikleri ve tekrar kullanılabilirliği) isimli çalışmasında sondaj çalışmalarının yapıldığı alanlar gösteriliyor ve çamurun kimyasal nitelikleri betimleniyor. Çamura neden olan kirliliğin anlatıldığı bölümde (Sayfa 7) batık gemi kalıntılarına değinilse de altına dair herhangi bir veriden bahsedilmiyor.
Benzer şekilde Maysaa Khouchkar’ın Haliç’ten Taranmış Çamurların Büzülme ve Desikasyon Parametrelerinin Deneysel Olarak Araştırılması isimli tezinde de altına dair herhangi ibare bulunmuyor. Bu tezlerin esas olarak çamurun kimyasal analizine yoğunlaştıkları bir gerçek, fakat yine de sondaj çalışmalarında bir altın tabakasına rastlanmış olsaydı en azından birkaç cümlelik de olsa bir bilgi bulunması gerekirdi.
Sonuç
Uzun lafın kısası Haliç’in dibindeki altınlar efsanesinin izine ne tarihsel süreçlerle, ne kayıtlarla, ne de bilimsel tezlerle bir ilişkisi bulunuyor. Gizemli Japonların teklifine dair hiçbir kanıt da bulunmuyor. Bu durumda efsanenin tamamen bir şehir efsanesi olduğunu söyleyebiliriz. Son olarak “Golden Horn” yani “Altın Boynuz” benzetmesinin kökeninin Haliç’in dibinde olduğu savlanan altınlara değil de güneşin Haliç’in sularından yansıdığı zaman aldığı altın sarısı renge dayandırıldığını da ekleyerek bu efsanenin açıklamasını sona erdirebiliriz.